Sade Ama Etkili Bir Animasyon

Sunum esnasında karmaşık animasyonları tavsiye etmiyoruz. Çünkü siz konuşmanızı yaparken, slaytlarınızdaki her türlü hareketlilik dinleyicilerin sizden ziyade slaytlara odaklanmasını sağlar. Tabii ki slaytlarınıza bakacaklar, ama kısa bir göz gezdirmeden sonra göz temasının tekrar size odaklanabilmeleri gerekir.

Sade animasyonları, özellikle de bugün bahsedeceğimiz basit bir Kayma efektini, siz bir konudan diğerine geçerken dinleyicilerin de sizi kolayca takip edebilmesi için kullanabilirsiniz. Aşağıdaki videoda, açılış Einstein’in bir sözü ile açılıyor, ardından konu ile ilgili “Cesaret” kelimesine geçiliyor, onu Paul Valéry’nin bir sözü takip ediyor ve en sonunda “Harekete Geçmek” kelimeleri ile sona eriyor:

Konuşmanız esnasında, birbirlerinden bağımsız bir şekilde uçan veya kaçan slayt geçişleri yerine bu videodaki gibi sade bir kayma efekti kullandığınızda, dinleyicileriniz üzerinde, birbirleri ile alakalı konular arasında geçiş yaptığınız izlenimini daha kolay yaratabilirsiniz.

Bu animasyonun kullanıldığı PowerPoint dosyasını indirip birebir incelemek için buraya tıklayın.

Görsel bütünlük açısından, bu animasyonu kullanırken düz bir slayt fon rengi kullanmanızı tavsiye ederiz. Aksi halde iki slayt arasındaki çizgi de görüntüye girecektir. Aynı düz fon rengini kullandığınız zaman sanki boşlukta duran nesneler birbirini takip ediyormuş gibi görünecektir.

Sunuma Hazırlanırken Spor Ayakkabılarınızı Giyin

İnsan beyni konusunda dünyanın ünlü uzmanlarından John Medina’yı duymuş muydunuz? Kendisi, beynimizin daha da iyi çalışabilmesi için egzersiz yapmanın faydasından şu şekilde bahsediyor:

“Beyinlerimiz tamamen yürümek üzerine gelişti – hem de günde yaklaşık 20 kilometre! Beyin işlevlerinizi daha da geliştirmek istiyorsanız mutlaka bolca hareket edin. Egzersiz yaptığınızda, beyninize giden kan dolaşımı artar. Bu artış da beyine enerji veren glukoz ve oksijenden daha fazla taşınmasını ve geride kalan toksinlerin temizlenmesini sağlar. Aynı zamanda da nöronların birbirleri ile bağlantıda kalmasını sağlayan proteinleri tetikler.”

İşte bu nedenle, bir sonraki sunumunuza hazırlık aşamasında, masada sabit oturmak yerine spor ayakkabılarınızı giyip güzel bir yürüyüşe çıkmak isteyebilirsiniz. Yürüyüş esnasında aklınıza gelecek fikirleri not almak için yanınıza minik bir not defteri alabilir, veya yanınızda bir akıllı telefon taşıyorsanız kısa kısa ses kayıtları bile yapabilirsiniz.

Tartışmaya Girmeye Değecek Mi?

İster gündüz saati bir ekonomi programında olsun, ister akşam saatlerindeki bir siyaset programında, yıllardır televizyonda yayınlanan birçok tartışma programında bir noktadan sonra hararetin yükseldiğini ve iyice konudan uzaklaşıldığını gözlemlemiş olabilirsiniz. Programın başında efendi efendi oturan katılımcılar, ilerleyen süre içinde önce sesli olarak, ardından da bedenen daha saldırgan bir tavır içine girebiliyorlar.

Türk Dil Kurumu, tartışma kelimesi için “birbirine karşıt düşünceleri karşılıklı savunma” ile “dil dalaşı, ağız kavgası, münakaşa” gibi farklı yoğunlukta açıklamalar kullanıyor. Geçen haftaki yazımızda da, özellikle bir sunumun sonunda yer alabilen Soru / Cevap kısmında, cevap vermeden veya bir tartışmaya girmeden önce durmaktan ve beklemekten bahsetmiştik.

Peki, ister bir sunum esnasında olsun, ister başka bir iletişim ortamında, bir tartışmaya girmeden önce hiç bunun elde edilecek sonuca değip değmeyeceğini düşündünüz mü? Sonuçta herhangi bir konudaki çekişme, aralarında kızgınlığın da bulunduğu birçok güçlü duygunun açığa çıkmasına neden olur. Her ne kadar duygularımızı bastırmadan ifade etmek sağlıklı olsa da, bazen içinde bulunduğumuz bu yoğun his durumu kritik düşünmemizi ve uzun vadede doğru hareket etmemizi olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, herhangi bir tartışmaya girmeden önce, attığımız taşın ürküteceğimiz kurbağaya değip değmeyeceğine bakmamız gerekebilir.

İş adamı Gary Loveman, özellikle iş yaşamında tartışmaya girip girmemekle ilgili şu tavsiyede bulunuyor: “Kariyerinizde ilerledikçe, artık kritik öneme sahip ilişkilerinizi daha sağlıklı bir şekilde yürütmeniz gereken bir noktaya gelirsiniz. Bu noktada sizin kendi hisleriniz, veya başkalarının sizinle ilgili ne hissettiği önemini yitirmeye başlar. Başarılı olabilmek için içerlemelerden, kıskançlıklardan, kızgınlıktan veya o kritik ilişkilere zarar verebilecek her şeyden uzaklaşmanız gerekir.”

Yeri geldiğinde, bir tartışmaya girmeden önce durup olayı tartmak, belki karşıt bir durum sergilememek, karşı taraftan bize gelebilecek tutumu kişisel algılamamak, yüksek derecede öz disiplin ve duygusal olgunluk gerektiren bir beceridir.  Ancak diğer tüm beceriler gibi (özellikle de sunum becerileri gibi) zaman içerisinde pratik yapılacak geliştirilebilir ve uzun vadede büyük getirilerin yolunu açabilir.

Ağzınızı Açmadan Önce Durun ve Bekleyin

Bu yazımızda, soru cevap kısmında karşılaşabileceğiniz bir durumdan bahsetmek ve neler yapabileceğinizden bahsetmek istiyoruz. (Aslında tam tersi: neler yapmayabileceğinizden.)

Söz gümüşse sükût altındır derler.

Daha önceki yazıların bazılarında değindiğimiz gibi, bazen sessizlik en kuvvetli iletişim araçlarından biri olabiliyor. Peki karşımızdaki kişi bize bir soru sorarken altında bir art niyet seziyorsak ne yapabiliriz? Soruya hiç cevap vermemek ve tamamen göz ardı etmek bir seçenek değil. Ama yine de ağzımızı açmadan önce bir süre beklemek bizim işimize yarayabilir.

Bir iki yazıda fikirlerini paylaştığımız ‘Güç: Nasıl Kazanır Nasıl Elde Tutarsınız’ kitabının yazarı Jeffrey Pfeffer, güçlü veya etkili iletişim kuramamanın sebeplerinden biri olarak insanların, özellikle de kızdırıldıkları ya da tam emin olmadıkları durumlarda bile doğrudan konuşmaya başlamasını gösteriyor. (Kitabın Türkçe versiyonu bu yazının yazıldığı tarihte stokta kalmadığı için orijinal linkini paylaşıyoruz.)

Bize bir soru veya daha da kötüsü, bir suçlama yöneltildiğinde hemen bir cevap vermeye başlamamız doğal bir tepki olabilir. Ancak böyle bir durumdan en başarılı sonucu elde edebilmek için, sorunun veya yöneltmenin ardından gelen ölüm sessizliğini bir an önce bozmaya çalışmak yerine, düşüncelerimizi toparlamamız ve gerekirse çok uzun bir süre gibi görünebilecek bir sessizlik içinde beklememiz daha doğru bir hareket olacaktır.

Cevap vermek için bir süre beklediğinizde, bir an önce bir şeyler söylemek yerine, kelimelerin ağzınızdan daha tane tane çıkmasına ve bedeninizin de kendine güvenen bir şekilde söylediklerinizi desteklemesine odaklanabilirsiniz. Eğer gelen soru veya yöneltme sonucu ayaklanan sinirleriniz varsa, birkaç saniye sessizlik içinde beklediğinizde aynı zamanda onları da yatıştırabilir ve daha sakin bir şekilde cevap verebilirsiniz.

Dar Grafiklerde Kolay Okunan Veriler

Hazırladığınız sunumda grafikler kullanıyorsanız, bazı veriler diğerlerine göre çok küçük olduğunda üzerindeki bilgileri göstermede sorun yaşayabilirsiniz.

Aşağıdaki örnekte “Orta Doğu” ve “Diğer” verileri oldukça küçük olduğu için diğerlerinin arasına sıkışıyorlar. Hele “Uzak Doğu” ise daha da küçük olduğu için diğer kutuların arasında iyice sıkışmış durumda.

Böyle bir durumda, bu grafiği daha estetik bir şekilde tasarlamak için iki seçenek var:

  1. Eğer göstermek çok gerekli değilse, küçük verilerin yazıları tamamen kaldırılabilir. O zaman zaten sıkışma problemi de ortadan kalkıyor.
  2. Eğer göstermek gerekli ise, o zaman sadece bu verilere özel bir görsel müdahalede bulunabilirsiniz. Bunu yapmak için verileri seçin, ve içini beyaz ile doldurup dışına da ince bir çizgi çekin. Yazı rengini de arkasında temsil ettiği grafik ile aynı renge getirebilirsiniz. Bu sayede aşağıdaki gibi bir görüntü elde edebilirsiniz:

Bu şekliyle hem grafiğe ait yazılar gösterilebilecek hem de birbirleri arasında sıkışmadıkları için kolaylıkla okunabileceklerdir.

Yüksek Kaliteli Görseller Bulabileceğiniz Ücretsiz Siteler

Sunumlarda kullanmak üzere internette belki de milyonlarca resim mevcut. Ancak sunum kalitenizi yüksek tutmak açısından, ilk gördüğünüz resmi alıp kullanmak yerine, şu kriterleri göz önünde bulundurmanızı tavsiye ediyoruz:

1) Resmin Boyutu:

Sunumda kullanacağınız resimleri seçerken, sunum yapacağınız ortamı ve teknolojiyi dikkate alın. Eğer yüksek çözünürlüklü (HD) bir ekranda sunum yapacaksanız, slayt boyutunuzun ve dolayısı ile kullanacağınız resimlerin en az 1920×1080 piksel boyutunda olmasına özen gösterin. Düşük boyutlu resimler kullandığınız zaman bu görseller pikselleşme yaparak profesyonel olmayan bir görüntü meydana getirir.

2) Resmin Kalitesi:

Bir resmin çözünürlüğünün yüksek olması, o resmin mutlaka kaliteli olduğu anlamına gelmez. Örneğin, küçük bir resmi alıp yüksek çözünürlüklü olarak kaydedebilirsiniz. Ama bu, resmin kendi içinde dağılmasına neden olacaktır.

3) Resmin İçeriği:

Kalite ve çözünürlüğün yanı sıra, resmin içeriğinin de sunumunuzla alakalı olmasına özen gösterin ve artık klişeleşmiş görseller kullanmaktan kaçının. Örneğin, sunumunuzda hedeflerinizi belirttiğiniz bir slayt varsa, bu slayt üzerinde bir hedef tahtası resmi kullanmak yerine daha yaratıcı seçenekler bulun. Aynı şekilde, iş birliği görseli için yerküre üzerinde el sıkışanlar, zaman görseli için kum saati gibi görseller artık oldukça klişeleşmiş seçeneklerdir.

4) Resmin Telif Hakkı:

Sunumunuzda kullandığınız tüm görsellerinin telif hakkının size ait olduğundan veya gerekli kullanım haklarını satın aldığınızdan emin olun. Google’da resim araması yaptığınız zaman çıkan seçeneklerin büyük bir kısmı telif haklı resimlerdir ve bu telif hakları sunumlarınızda kullanmak için geçerli olmayabilir. Ancak internet üzerinde yine bir çok telif hakkı olmayan, ücretsiz resim bulabileceğiniz siteler mevcut. Aşağıdaki listede bu tarz sitelere bazı örnekler yer alıyor. (Bu yazının yayımlandığı esnada bu sitelerin çalışğı teyid edilmiştir, ancak zaman içinde bazıları artık çalışmıyor olabilir.)

Ücretsiz ve Telif Hakkı Olmadan Kullanabileceğiniz Resim Siteleri(*)

*: Bu sitelerden bazılarında yer alan resimleri kullanmak için, herhangi bir ücret ödemek yerine sadece resmin sahibine atıfta bulunmanız gerekebilir (Give Credit). Bu gerekliliğin yer alıp almadığını araştırmak ve gerekiyorsa sunumda belirtmek, sunumu hazırlayan kişinin kendi sorumluluğundadır.

Dinleyicilerinizi Sunumlarınıza Nasıl Dahil Edersiniz?

Bir konuşma metni tamamlanmaya yakınken, artık bir sonraki adım olan aktarım / sunuş çalışmalarına başlamanın zamanı gelmiştir.

Neden tamamlanmak yerine “tamamlanmaya yakınken” diyoruz?

Çünkü yazdığımız konuşma metninin gerçek hayatta da işe yarayıp yaramayacağından emin olmak istiyoruz, ve eğitimin sunuş kısmına başlamadan bunu ölçemeyiz. Yolcu uçaklarının uçuş sertifikası almadan önce geçtikleri stres testi gibi, hazırladığımız konuşmanın da gerçek yaşam koşullarının stres testinden geçmesi gerekecek. Konuşma metni kağıt üzerinde güzel, ama konuşmacının ağzından çıkarken aynı etkiyi yaratacak mı?

Sunuş eğitiminin bir çok öğesi var, ama özellikle yeni işler geliştirme üzerine konuşmalar yapıyorsanız, bu öğelerden bir tanesi diğerlerinden oldukça daha önemli:

Dinleyici katılımı sağlamak.

Konuşmaya katılabileceğini bilen dinleyicilerinizin, etkinlik aralarında ya da konuşmanızın ardından yanınıza gelip kendilerini tanıtmaları ve sizden daha fazla bilgi isteme ihtimalleri daha yüksektir. Eğer konuşmacı ve dinleyici arasındaki bariyerleri ortadan kaldırmazsanız, o engeller aranızda var olmaya devam edecek ve belki de konuşmanın sonrasında, potansiyel müşterileriniz ile iş geliştirme fırsatlarının üçte ikisinden mahrum kalacaksınız.

Bu nedenle dinleyicileri konuşmanıza dahil edebilmeniz oldukça önemli. Bunu başarabilmenin çok çeşitli yöntemleri var, ama burada bunlardan sadece birkaçına değineceğim.

1) Zaman kaydırma ifadeleri ile başlayın.

Hepimiz çocukken dinlediğimiz hikayelerden bu tarz ifadeleri hatırlarız: “Evvel zaman içinde…”, “Bir zamanlar…”, vb. Ve bu yüzden buna benzer ifadeleri her duyduğumuzda arkamıza yaslanıp dinleme zamanı olduğunu anlarız. Zaman kaydırma ifadeleri bizi dinleme maduna sokar.

Örneğin;

  • Geçen sene fark ettik ki…
  • İki sene önce bir gün ofise geldiğimde…
  • Dün birisi bana şöyle bir soru sordu…

2) Bir soru yaratın

İnsan beyni adeta bir soru çözme makinesi gibidir. Sorulara çözümler bulma konusunda o kadar takıntılıdır ki, bir soruyu çözmek için adeta var olmayan yeni modeller ve cevaplar yaratır. Bazen bu takıntı bizim saçma sapan şeyler yapmamıza yol açabilir. Örneğin, yanlış partiye oy vermek ya da yanlış kişi ile ilişki kurmak gibi.

Oysa bir konuşmacı, beynin bu takıntısını kendi avantajına çevirebilir.

Dinleyicilerinizin kafalarında bir soru oluşturun. Hatta daha iyisi, eğer dinleyici kitlenizi iyi tanıyorsanız zaten kafalarındaki soruları biliyorsunuzdur. O sorulardan bir tanesini konuşmanızın içinde sorun ve siz cevaba doğru yavaş yavaş ilerlerken onların da arkalarına yaslanıp izleyerek öğrenmelerine imkan tanıyın.

Örneğin;

  • Tüm iş birimlerinde karlılık düşüyor. Neden?
  • Toptancılardaki stok seviyeleri genellikle olması gerekenin üzerinde. Onları aşağı çekebilecek teknolojiler mevcut, ama yine de hala yüksekler. Neden böyle?
  • Bir çok firmanın yönetim kurulu, hızlı bir şekilde başkanın kararını destekleme eğilimindedir. Neden böyle olduğunu bildiğinizi düşünebilirsiniz, ama bugün sizlere bu konuda başka bir teoriden bahsedeceğim.

Genellikle, konuşmacılar sordukları sorulara kendileri hızlı cevaplar verme eğilimindelerdir. Sonuçta orada konuştuğunuza göre konunun uzmanı sizsiniz ve cevapları halihazırda biliyor olmanız lazım, değil mi?

Ve büyük ihtimalle gerçekten de sorduğunuz sorunun cevabını zaten biliyorsunuz. Ama dinleyicileriniz de zaten bildiğinizi biliyor. O yüzden sizin konuşmanızı istediler. Sizin konu hakkında nasıl düşündüğünüzü, sorulara nasıl cevaplar bulduğunuzu ve durumu ne kadar iyi anlayıp anlamadığınızı görmek istiyorlar.

Bu yüzden, konuşmalarınızda soruyu sorup, hemen ardından cevaplamayın. Bırakın soru bir süre, orada cevapsız bir şekilde asılı kalsın. Dinleyicileriniz soruyu sorduğunuz an ile onu cevapladığınız an arasında ne yaptığınızı bilmek isteyecekler. Çünkü sizden öğrenmek istiyorlar. Onları hayal kırıklığına uğratmayın.

1 Saatlik Sunum 5 Dakikada Nasıl Anlatılır

Uzun bir zamandır, “Çalıştığınız veya iş yapmak istediğiniz şirketin yönetim kurulu başkanı ile asansörde bir araya gelseniz ona ne söylersiniz?” tarzı, uzun bir konuyu 10 saniye veya altında özetlemeyi öğütleyen cümleler hakkında sözler duymuşuzdur. Bazen bu 10 saniyedir, bazen 7 saniye. Bu tarz konuşmalarda ilk aklımdan geçen şey, büyük ihtimalle günlük temposu oldukça yoğun olan bu kişinin bari asansörde iki saniye huzur arayabileceği düşüncesi oluyor. (Bu yüzden de bugüne kadar birkaç defa karşılaştığım bu durumda, her diğer asansör yolculuğundaki standart “İyi günler” ifademin ve tebessümümün dışında bir şey yapmadığımı görüyorum — Eminim bu kritik saniyelerin önemi üzerine 254 yıl daha konuşulabilir.)

Bulunduğunuz kat ile zemin arasındaki yükseklik ve asansörün saniyede kat ettiği mesafe baz alınarak bu yolculuğun tabiri caiz ise aşağı yukarı ne kadar süreceği tahmin edilebilir. Ancak sunum dünyasında size ayrılan sürenin anında çok kısa bir süreye çekilmesi durumuyla karşı karşıya kalabilirsiniz. (86. kattan bindiğiniz asansörün bir saniye sonra zemin kata vardığını hayal edin.)

Örneğin önemli bir sunum yapmak üzere yöneticinizin, müşterinizin veya başka bir ortamda, etkilemek ve bir konuda sizin görüşlerinizi benimsemesini istediğiniz insanların önüne çıktınız. Daha önceden yaptığınız yazışmalarda bu görüşmenin yaklaşık bir saat süreceğini öğrenmiştiniz. Kendinizi ve anlatımınızı buna göre hazırladınız.

Ancak siz tam sunuma başlamadan önce, sürpriz bir nedenden dolayı size bir saat ayrılamayacağını, bir sonraki müsait toplantı tarihinin ise 2179 yılının Şubat ayında olduğu söylendi ve sizden sadece 5 dakika içinde konuyu anlatmanız istendi. Ne yaparsınız?

İki seçenek var:

  1. Konuyu 60 dakika / 5 dakika = 12 kat daha hızlı konuşarak anlatabilirsiniz.
  2. Hemen bilgisayarınızın başına geçip slayt ninjalığına başlayabilir ve bu değil, bu değil, bu hiç değil edası ile 120 slaytlık sunumdan hangi 10 slaytı kullanmak istediğinize karar verebilirsiniz. (Unutmayın ki bu arada 5 dakikalık süreniz çoktan başladı.)

Geçmişte her iki yöntemi de ısrarla denemiş ve ağzının payını almış biri olarak, her iki yöntemin de mutlak iletişim kazası ile sonuçlanacağını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Oysa, böyle bir durumla karşılaştığımızda kontrolü kaybetmemek ve başarı ihtimalini en yüksekte tutmak için iki tane altın kelime var: Önceden hazırlık.

Önceden hazırlıklı olduğunuzda, karşınıza çıkan herhangi bir durum değişikliğine çok hızlı uyum sağlayabilir ve olumsuz sonuçlarından etkilenmeden sunumunuzu başarılı bir şekilde aktarabilirsiniz.

İşte bunu yapabilmek için birkaç test edilmiş ve onaylanmış ipucu:

  1. Tarih ve saati belirlenen toplantıya gitmeden bir süre önce sunumunuzun üzerinden geçin ve hangi noktaların en çok önem arz ettiğini belirleyin.
  2. Kendinize “Konuşma sürem yarıya veya çeyreğine inse dahi neleri anlatmazsam olmaz?” diye sorun ve sunum dosyanızın iki farklı versiyonunu bilgisayarınıza kaydedin. Örneğin, orijinal dosyaya ilave olarak SunumDosyası_Yarım.pptx ve SunumDosyası_Çeyrek.pptx. (Slaytları gizlemek yerine ayrı dosyalarda kaydetmemizin amacı, gittiğiniz yerde herhangi bir zaman değişikliği olduğunda o an slayt gizlemekle uğraşmamaktır.)
  3. Şimdi elinizde uzun, orta ve kısa olarak üç sunum dosyanız olacak. Toplantıya gitmeden önce, ortaya yeni çıkan bu orta ve kısa versiyonların üzerinden gidin ve konular arası geçişlerinizin uyumlu ve anlamlı olduğunu teyit edin.

Artık zaman açısından herhangi bir son dakika değişikliği ile karşılaştığınızda önceden hazırlıklısınız. Telaşlı bir şekilde konuşmanıza, veya sunumun sonuna doğru bazı slaytları hızlı hızlı geçip “Aslında bunlar çok önemli değil.” gibi ifadeler kullanmanıza gerek yok. (Çünkü zaten çok önemli değillerse ilk başta neden sunuma dahil edildiler?)

Daha önceki yazılarımdan birinde, biz daha sunuma başlamadan bile dinleyicilerin bizim hakkımızda değerlendirmelere başladığından bahsetmiştim. Son anda karşılaştığımız bir değişikliği önceden hazırlığımız sayesinde zarif bir şekilde idare ettiğimizde, mutlaka karşımızdaki kişilerde de olumlu bir izlenim yaratmış olacağız.

Kızgın Bir Dinleyici ile Nasıl Başa Çıkabilirsiniz?

Sunum esnasında bazen, bizi dinleyen katılımcılardan biri yoğun duygular içinde sert bir çıkış yaparak bizi zor bir duruma sokmaya çalışabilir. Böyle bir durumda, katılımcının asıl sıkıntısı, düşüncelerinin dikkate alınmadığını hissetmesi ve dinlenmediğine dair bir fikre kapılması olabilir. Oysa biz durumun tam aksi olduğunu ve konuşmamız esnasında dinleyicilerimizin çıkarlarını dikkate aldığımızı düşünüyor olabiliriz.

Ancak şu esnada kendimizi bir saldırı altında hissetmeye de başlayabiliriz. Çünkü karşımızdaki kişi bize sadece zor bir soru sormakla kalmayıp, bunu açıkça kızgın bir dille ifade ediyor olabilir.

Çoğu zaman, ortaya çıkan bu kızgınlığı şöyle bir süreci izleyerek yatıştırabiliriz:

  1. “Sizi anlıyorum.” / “Bu noktaya değinmekte haklısınız.”
  2. Onların aktardığı sıkıntıyı kendi kelimelerimizi kullanarak tekrar ifade edelim.
  3. “Ama bizim ayrıca yapmamız gereken…” / “Ancak bunu yapabilmek için…” / “Ama aynı zamanda da…”

Bu süreçteki ilk iki bölümün amacı anlık yaşanan kızgınlığı ve yükselen tansiyonu yatıştırmaktır. Bize tepki gösteren kişiye onun fikirlerini anladığımızı, onun bize katılmadığını idrak ettiğimizi gösterir. Hatta o kişiye, onun sıkıntısını kendi kelimelerimiz ile tekrar ifade edebilecek kadar iyi anladığımız mesajını verir. Sadece içi boş bir “Sizi anlıyorum.” demekten daha fazlasını yapmış oluruz. En sonda gelen üçüncü kısım, bizim karşı görüşümüzün “ana fikridir”. Karşımızdaki kişiye madalyonun diğer yüzünü gösterir ve bizim bu konu ile ilgili duruşumuzu ifade eder.

Tabii ki hala bu mücadelenin detayları ile uğraşmamız ve bizin görüşlerimizin altını doldurmamız gerekecektir. Ancak artık en baştaki kızgınlık duygusu ile dolup taşan durum etkisiz hale gelmiştir. Hatta bazı durumlarda, sadece bir dakika önce bize şiddetle öfkelenen bu kişinin, düşüncelerinin dikkate alındığını hissetmesi üzerine artık bizim bir destekçimiz haline geldiğini bile görebiliriz.

Sunumdan Önce Mutlaka Slayt Sıralayıcısı’na Bakın

Slayt Sıralayıcısı Nedir?

Sunumdaki tüm slaytları tek tek görmek yerine, bütün slaytları bir arada görebilmemizi sağlayan bir görünüm aracıdır. (Hem PowerPoint hem de Keynote programlarında mevcuttur.)

Neden Önemli?

  1. Büyük resmi görmemizi sağlar.
  2. Slaytlar arasındaki geçişlerde kopukluk olup olmadığını daha rahat görebiliriz.
  3. Gerekirse, slaytların yerlerini çok kolay bir şekilde değiştirebiliriz.

Bir sunum yaparken, başından sonuna, dinleyicileri bir yolculuğa çıkardığınızı hayal edin. Bu yolculuğun katılımcıları bu süreçten keyif almak, belki yeni bir şeyler öğrenmek, deneyimlemek isteyeceklerdir. Ayrıca, yolculuk esnasında bir noktadan diğerine giderken ne kadar az pürüz veya engel olursa, katılımcılar o yolculuktan o kadar daha fazla keyif alacaklardır.

Sunumu yaparken, tıpkı bir yolculuk gibi dinleyicilerinizi A noktasından B noktasına götüreceksiniz. Hatta belki ardından C, D, ve E noktalarına değindikten sonra nihai olarak F noktasına varacaksınız. Bu noktalar arasında kopukluk olmaması, birbirlerine rahat bir şekilde bağlanabilmeleri, hem sunumunuzda değindiğiniz noktalar arasında bir uyum oluşturacak hem de dinleyicilerin sizi kolaylıkla takip edebilmelerini ve anlamalarını sağlayacaktır.

Slayt Sıralayıcısı görüntüsünü kullanmak için PowerPoint programında Görünüm ana menüsünün altıdaki Slayt Sıralayıcısı’nı seçin. Eğer Keynote kullanıyorsanız ekranın üstünde yer alan Görüntü ana menüsünden Işıklı Masa maddesini seçin. Her iki programda da, ekrana kaç adet slayt sığacağını alt taraftaki Yakınlaştır/Uzaklaştır seçeneğini ayarlayarak belirleyebilirsiniz.

Slayt Sıralayıcısını Kullanarak Şu İki Noktaya Özen Gösterin:

1)  Slaytlar arasında görsel bütünlük var mı?

Eğer slaytlar arasında çok belirgin tasarım farklılıkları olduğunu düşünüyorsanız, slaytları ortak bir tasarım çizgisine getirmek için güncelleyin. Örneğin, farklı slaytlar için farklı fonlar ve renkler kullanabilirsiniz. Ancak slaytlara bir bütün olarak baktığınızda birbiriyle çok alakalı olmayan tasarım çizgileri barındırıyorlar mı?

2)  Sunumunuzda akış bütünlüğü var mı?

Sunumun başından sonuna doğru ilerlerken, konudan konuya atladığınızı hissediyorsanız, sunumun akışını tekrar gözden geçirin. Gerekirse, slaytlarınızın yerlerini ve içeriklerini yumuşak bir akış ve kolay takip edilebilir geçişler oluşturacak şekilde yeniden düzenleyin. Örneğin, A, B ve C konularından bahsediyorsanız, B konusuna geçmeden önce A noktası ile ilgili tüm anlatmak istediklerinizi aktardığınızdan emin olun. Sunumun ilerleyen noktalarında çok gerekmedikçe tekrar tekrar önceki konulara gelip gitmek dinleyicilerin kafasını karıştırabilir.